AYM 2015/15266 Numaralı Bireysel Başvuru

04-11-2021

  • MEHMET GİRASUN VE ÖMER ELÇİ BAŞVURUSU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; sokağa çıkma yasağı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bu dönemde yaşanan çatışmalar ve yürütülen operasyonlar nedeniyle yaşam hakkının ve sokağa çıkma yasağı kapsamında uygulanan kısıtlamalar nedeniyle de özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/9/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

7. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Açıklamalar

9. Kısa adı PKK olan Kürdistan İşçi Partisinin terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30).

10. Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18).

B. Bireysel Başvuruya Konu Olaylar

11. Şırnak Valiliğince 4/9/2015 tarihinde 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesi uyarınca hendek olayları kapsamında oluşan durum sebebiyle Cizre'de 24 saat sokağa çıkma yasağı uygulanmasına karar verilmiştir. Valiliğin 4/9/2015 tarihinde resmî internet sitesinde yaptığı duyuru şöyledir:

"Bölücü terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması için 5442 sayılı İl İdaresi Kanun'un 11/C maddesi gereğince ilimiz Cizre ilçesinde 4 Eylül 2015 günü saat 20.00'den geçerli olmak üzere ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir."

12. Cizre'de yaşayan başvurucular 5442 sayılı Kanun'un valiye sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkisi vermediğini, Valiliğin yetkisi dışında hareket ettiğini iddia ederek söz konusu sokağa çıkma yasağının yürütmesinin durdurulması ve iptal edilmesi talebiyle Mardin 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 7/9/2015 tarihinde dava açmıştır.

13. Başvurucular diğer yandan 9/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuş, başvuruda tedbir yoluyla sokağa çıkma yasağının kaldırılmasını da talep etmiştir.

14. Anayasa Mahkemesi 11/9/2015 tarihinde başvurucuların tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi söz konusu kararında Şırnak Valiliğinin 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesi uyarınca Cizre ilçesinde terör örgütü mensuplarının yakalanmasını ve terör olayları nedeniyle halkın can ve mal güvenliğinin sağlanmasını gerekçe göstererek sokağa çıkma yasağı ilan ettiğini, Valiliğin anılan gerekçelerle kamu düzenini, halkın can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan etmesinin temelsiz olmadığını değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında ayrıca başvurucuların kendi can ve mal güvenliklerinin korunması için alınan sokağa çıkma yasağı kararından derhâl müdahale edilmesini gerektirecek şekilde etkilendiklerine, alınan karara uygun hareket etmelerine rağmen kamu makamlarının eylemleri nedeniyle yaşamlarının risk altına girdiğine dair somut herhangi bir bilgi ve belge sunmadıklarını, başvurucuların yaşam haklarının risk altında olmasını sivil kişilerin ilçede meydana geldiğini iddia ettikleri ölümlerine dayandırdıklarını fakat bu hususta genel olarak sosyal ve yazılı medyadaki paylaşımlara atıf yapmakla yetindiklerini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak başvuruculara yönelik derhâl tedbir kararı verilmesini gerektiren ciddi bir tehlike bulunduğunun dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden anlaşılamadığını değerlendirerek koşulları oluşmayan tedbir talebinin reddine karar vermiştir.

15. Cizre'de uygulanan -bireysel başvuruya konu- sokağa çıkma yasağı 12/9/2015 tarihinde saat 07.00 itibarıyla sona ermiştir. İçişleri Bakanlığının verilerine göre Cizre'nin Sur, Nur, Cudi, Yafes Mahallelerinde PKK terör örgütü mensuplarınca kurulan barikat ile hendeklerin temizlenmesi ve terör örgütleri mensuplarının yakalanması amacıyla 4/9/2015 tarihinde Şırnak Valiliğinin sokağa çıkma yasağı ile başlatılan operasyon 12/9/2015 tarihinde tamamlanmıştır. Operasyon sırasında Sur Mahallesi'nde 19 hendek, 49 siper ve barikat, 25 mayınlı tuzak; Nur Mahallesi'nde 16 hendek, 42 siper ve barikat, 40 mayınlı tuzak; Cudi Mahallesi'nde 23 hendek, 46 siper ve barikat, 49 mayınlı tuzak; Yafes Mahallesi'nde 8 hendek, 29 siper ve barikat, 32 mayınlı tuzak tespit edilmiştir.

16. Diğer taraftan İdare Mahkemesi 9/10/2015 tarihinde yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"2577 sayılı İdarî Yargılama Usûlü Kanunu'nun 27. maddesinin 2. fıkrasında, 'Danıştay veya idarî mahkemeler, idarî işlemin uygulanması hâlinde telâfisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idarî işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. Yürütmenin durdurulması kararlarında idarî işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması hâlinde doğacak telâfisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. Sadece ilgili kanun hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez.' hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; olayda, yukarıda anılan Kanun hükmünde öngörülen 'idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması' şartının gerçekleşmediği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması isteminin reddine ... [karar verildi.]"

17. Anılan kararda, tebliği izleyen günden itibaren yedi gün içinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesine, yürütmenin durdurulması talebinin reddi kararına karşı itiraz yolunun açık olduğu belirtilmiştir. UYAP'ta yer alan kayıt ve belgelerden söz konusu kararın 19/10/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Buna karşılık başvurucular karara karşı itiraz yoluna gittiklerine dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi sunmamıştır. Ayrıca UYAP üzerinden yapılan incelemede de başvurucuların söz konusu karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna ilişkin bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır.

18. İdare Mahkemesi 19/10/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

T.C. Anayasasının 'Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması' başlıklı 13. maddesinde; 'Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.' hükmü yer almaktadır.

Öte yandan, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 3. maddesinde; 'İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır. İllerde genel idare teşkilatı il, ilçe ve bucak bölümlerine uygun olarak düzenlenir. Belli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, birden çok ili içine alan çevrede, bu hizmetler için yetki genişliğine sahip kuruluşlar meydana getirilebilir.' hükmünün yer aldığı 4. maddesinde ise; 'İl genel idaresinin başı ve mercii validir. Bakanlıkların kuruluş kanunlarına göre illerde lüzumu kadar teşkilat bulunur. Bu teşkilatın her birinin başında bulunanlar il idare şube başkanlarıdır. Bunların emri altında çalışanlar ilin ikinci derecede memurlarıdır. Bu teşkilat valinin emri altındadır.' hükümün düzenleme altına alındığı 11. maddesinin C fıkrasında ise; 'İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.' hükmünün düzenleme altına alındığı görülmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacılar tarafından, Şırnak İli, Cizre İlçesi'nin tamamında ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine ilişkin Şırnak Valiliği'nin 4/9/2015 tarih ve 3 sayılı işleminin iptali istemiyle görülmekte olan iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bakılan davada; Şırnak İli Cizre ilçesi merkezinde kamu düzeninin sağlanması, bölgede faaliyet gösteren PKK/KCK terör örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesi, tuzaklanmış ve patlayıcı maddeler yerleştirilmiş olan hendek ve barikatların kaldırılarak Cizre ilçesinde yaşayan vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla Şırnak Valiliği tarafından 4/9/2015 günü saat 20.00'dan itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildiği, sokağa çıkma yasağının bölücü terör örgütü mensuplarının yakalanması ve bu esnada ilçede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin herhangi bir şekilde zarar görmemesi için tesis edildiği, sokağa çıkma yasağının başladığı 4/9/2015 günü saat 20.00 itibari ile yasağın devam ettiği süre boyunca Valiliğin web sayfasında konuya ilişkin basın duyuruları yapılarak, kamuoyunun bu sürede bilgi edinmesinin sağlandığı, sokağa çıkma yasağının devam ettiği zaman zarfında ilçede yaşayan vatandaşların huzur ve güvenliğini tehdit eden, etrafa sivil, asker, polis demeksizin pervasızca, roket, patlayıcı madde ve uzun namlulu silahlarla saldıran bölücü terör örgütün mensuplarının yakalanması ve vatandaşlarımızın günlük hayatlarını devam ettirmelerine engel olan patlayıcı maddeler ve mayın düzenekleri yerleştirilerek oluşturulmuş hendek ve barikatları bertaraf etmek amacıyla güvenlik kuvvetlerinin hukuk düzeni içerisinde vatandaşlara zarar gelmemesi için gerekli dikkat ve özen gösterdiği, sokağa çıkma yasağının devamı sürecinde; ilçede yaşayan vatandaşların başta sağlık olmak üzere, gıda ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tedbirler alındığı, ilçeden geçen İpek Yolu'nda araçları ile seyir halinde olan sivil vatandaşlara bölücü terör örgütü mensupları tarafından uzun namlulu silahlarla ateş açılması neticesinde, saldırı sonrasında araçlarda maddi hasarlar meydana geldiği ve yolda kalan araçlar yüzünden yolun trafiğe kapatıldığı, Cizre Devlet Hastanesi'ne 2252 hasta müracatı olduğu ve tedavileri ile ilgili işlemler gerçekleştirildiği, temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için yeteri kadar market, fırın ve eczanenin açık tutulması sağlandığı ve buralara ulaşılabilmesi için uygun ortam oluşturulduğu, operasyonlar sırasında terör örgütü mensupları tarafından açılan ateş sonucu 20 adet elektrik trafosu hasar gördüğü; söz konusu hasarlardan doğan arızaların giderilmesi amacıyla görevlilerin güvenlikleri sağlanarak gerekli çalışmalar yapıldığı, genel itibari ile ilçe dahilinde elektrik sıkıntısı yaşanmadığı, 112 Acil Çağrı Merkezi'ne 251 acil vaka çağrısı geldiği, bu çağrılardan 68'ine, teröristlerin ambulanslara ateş etmesi, kurmuş oldukları bomba tuzaklı barikat ve hendekler sebebiyle ulaşılamadığı, operasyonlar esnasında yaralanan güvenlik personelinin tahliyesi aşamasında kurtarma yapan ekiplere yoğun şekilde el bombalı ve silahlı saldırı düzenlendiğinin belirtildiği davalı idarenin savunma dilekçesinden anlaşılmakta olup, mahkememizin 1/6/2016 tarihli ara kararıyla davalı idareden; Sokağa çıkma yasağıyla ilgi olarak ilgililerin sağlık, gıda ve benzeri ihtiyaçlarının karşılandığına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenildiği, bu kapsamda gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden; sokağa çıkma yasağı boyunca eczanelerin nöbetçi bırakıldığı, sokağa çıkma yasağı boyunca 13.100 gıda paketinin dağıtıldığı, belediye hizmetlerinin eksiksiz yerine getirilebilmesi amacıyla da kaymakamlık aracılığıyla belediye hizmetlerinin sağlanmasının 9/9/2015 tarihli yazıyla istenildiği, ambulans ve itfaiye servisinin aktif halde tutularak, sokağa çıkma yasağı boyunca 110 kişinin hastaneye nakil edildiği, 2 kişinin yerinde müdahale edildiği, 3 kişinin evlerine nakledildiği, 43 kişinin hastaneler arası naklinin sağlandığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 4/9/2015 günü saat 20.00'dan itibaren ilan edilen sokağa çıkma yasağının 12/9/2015 tarihinde saat 7.00'dan itibaren kaldırıldığı görülmektedir.

Bu durumda, dava konusu işlemin Şırnak ili Cizre ilçesi merkezinde kamu düzeninin sağlanması, bölgede faaliyet gösteren PKK/KCK terör örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesi, tuzaklanmış ve patlayıcı maddeler yerleştirilmiş olan hendek ve barikatların kaldırılarak Cizre ilçesinde yaşayan vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla ilan edildiği ve sokağa çıkma yasağının devam ettiği süre boyunca ilgililerin temel ihtiyaçlarının karşılandığı anlaşıldığından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Diğer yandan, davacı vekili tarafından sokağa çıkma yasağının süresiz ilan edilmesi nedeniyle de hukuka aykırı olduğu ifade edilmişse de, sokağa çıkma yasağının nedeni olarak PKK/KCK terör örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesi, tuzaklanmış ve patlayıcı maddeler yerleştirilmiş olan hendek ve barikatların kaldırılmasının amaçlandığı, bu durumda sokağa çıkma yasağının süresinin belirtilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakta olup, davacı vekilinin bu iddiasına itibar edilmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine ... [karar verilmiştir.]"

19. Kararda hükme karşı istinaf kanun yolunun açık olduğu belirtilmiş ve karar 7/12/2016 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Buna karşılık karara karşı yasal süresi içinde taraflarca kanun yoluna başvurulmadığından 10/1/2017 tarihinde karar kesinleşmiştir.

C. Başvurucu Ömer Elçi'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yaptığı Başvuru Süreci

20. Başvurucu Ömer Elçi 29/12/2015 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu bu başvurusunda sokağa çıkma yasağının sonucunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 2., 3., 5. ve 8. maddeleri kapsamında korunan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucunun somut başvuruya konu olan 4/9/2015 ile 12/9/2015 tarihleri arasında uygulanan sokağa çıkma yasağı haricinde 14/12/2015 tarihinde uygulanan sokağa çıkma yasağından şikâyetçi olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun yaptığı bu başvuru, farklı kişilerce yapılan sekiz başvuruyla birleştirilmiştir.

21. AİHM 6/12/2016 tarihinde kısmi kabul edilebilirlik kararı ile aralarında başvurucu Ömer Elçi tarafından yapılan başvuru da olan dokuz başvurunun Sözleşme'nin 2. ve 5. maddeleri kapsamındaki şikâyetler yönünden Hükûmete bildirilmesine, başvurucunun Sözleşme'nin 3. ve 8. maddeleri altında ileri sürdüğü şikâyetlerin ise tazminat yolu açık olduğu belirtilerek mevcut iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. AİHM, Sözleşme'nin 2. ve 5. maddeleri kapsamındaki şikâyetler yönünden ise nihai kararını 29/1/2019 tarihinde vermiştir. AİHM, anılan şikâyetler yönünden başta Anayasa Mahkemesi önündeki bireysel başvuru yolu olmak üzere etkili iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Bununla birlikte kararda 14/12/2015 tarihli sokağa çıkma yasağı yanında 4/9/2015 ile 12/9/2015 tarihleri arasındaki sokağa çıkma yasağı yönünden de değerlendirmelerde bulunulmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

50. Mahkeme, 5. madde kapsamındaki şikâyetler hususunda, başvuranın, hâlihazırda, hem Mardin İdare Mahkemesi hem de Anayasa Mahkemesi önünde sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağının olmamasından şikâyetçi olduğuna ve söz konusu mahkemelerin hiçbirinin başvuranın şikâyetlerini kabul etmediğine dair iddialarını kaydetmektedir. Başvuran, kendisinden, bu koşullar altında, aynı şikâyetlerle ilgili olarak söz konusu mahkemeler önüne yeni başvurular getirmesinin beklenemeyeceğini iddia etmiştir.

51. Bununla birlikte, Mahkeme, başvuranın iddialarına katılamamaktadır. Mahkeme, ilk olarak, Mardin İdare Mahkemesinin Eylül 2015 tarihli sokağa çıkma yasağıyla bağlantılı olarak başvuranın tedbir talebini reddetmesine ve daha sonra 19 Ekim 2016 tarihinde söz konusu idari eylemin hukuka uygun olduğunu kabul etmesine karşın, başvuranın hiçbir zaman bu karara itiraz etmediğini ve böylece, temyiz mahkemesinin, şikâyetine ilişkin karar vermesini önlediğini kaydetmektedir.

52. Mahkeme, ikinci olarak, Anayasa Mahkemesinin henüz sokağa çıkma yasaklarının hukuka uygunluğu konusunda karar vermediğini kaydetmektedir: Anayasa Mahkemesi, 11 Eylül 2015 tarihli ara kararında, sokağa çıkma yasağı uygulama kararının, kamu düzenini sağlamak ve insanların hayatlarını ve mülkünü korumak amacıyla alınması nedeniyle 'dayanaksız' olduğunun söylenemeyeceğine karar vermiştir (bk. yukarıda 12. paragraf). Ancak, sokağa çıkma yasağının iç hukukta geçerli bir dayanağının olup olmadığı konusu, davanın esasının incelenmesi kapsamında Anayasa Mahkemesi tarafından halen ele alınmamıştır. Mahkeme, bu bakımdan, tedbir talebine ilişkin bir karar olarak 11 Eylül 2015 tarihli kararın sınırlı kapsamını ve amacını yinelemektedir ve söz konusu kararın, Anayasa Mahkemesinin, başvuranın 5. madde kapsamındaki şikâyetin esasına ilişkin değerlendirmesine halel getirdiği şeklinde düşünülemeyeceğini vurgulamaktadır. Mahkeme, ayrıca, açık bir şekilde faydasız olmayan belirli bir hukuk yolunun başarı ihtimali hakkındaki şüphelerin, tek başına, söz konusu hukuk yolundan faydalanmamanın geçerli bir nedeni olmadığını yinelemektedir (bk., Akdıvar ve Diğerleri/Türkiye, 16/9/1996, § 71).

53. Nitekim Mahkeme, Anayasa Mahkemesine Eylül 2015 tarihli sokağa çıkma yasağının yasal dayanaktan yoksun olmasına itiraz edilen bir başvurunun daha önce yapılması nedeniyle, Aralık 2015 tarihli sokağa çıkma yasağından sonra aynı şikâyeti tekrar sunmanın her iki sokağa çıkma yasağı aynı kanun temelinde uygulandığından gerek olmadığına ve Anayasa Mahkemesinin Eylül 2015 tarihli sokağa çıkma yasağı hakkındaki kararının da Aralık 2015 tarihli sokağa çıkma yasağına uygulanacağına dair bir iddiada bulunulabileceğini kabul etmektedir. Bununla birlikte, söz konusu bakış açısını izlemek, başvuranın mevcut iç hukuk yollarını tüketmediği gerçeğini değiştirmemektedir.

54. Mahkeme, bu bağlamda, 9 Eylül 2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurunun, halen söz konusu mahkeme önünde derdest olduğunu ve yukarıda belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesinin henüz başvuranın 5. madde kapsamındaki şikâyetinin esasına ilişkin kararını vermediğini kaydetmektedir. Söz konusu hüküm kapsamındaki şikayet, bu nedenle, bu aşamada vaktinden önce yapılmıştır (bk., gerekli değişikliklerin uygulanması koşuluyla, Mustafa Avcı/Türkiye, B.No. 39322/12, § 79, 23/5/2017). Mahkeme, bu bağlamda, Türkiye’de mevcut olan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru usulünün, ilke olarak, Sözleşme tarafından korunan hak ve özgürlüklerin ihlallerine yönelik etkili bir hukuk yolu sağladığına ve bu nedenle, denenmesi gereken bir yol olduğuna dair birçok davadaki tespitine atıfta bulunmaktadır (bk., örneğin, Uzun, yukarıda anılan, §§ 67 ve 69-70; Koçintar/Türkiye [k.k.], B.No: 77429/12, §§ 34-46, 1 Temmuz 2014; ve Mustafa Avcı, yukarıda anılan, §§ 71-80).

55. Mahkeme, söz konusu davanın hâlihazırda üç yıldan fazla süredir Anayasa Mahkemesi önünde derdest olduğunun farkındadır. Mahkeme, ayrıca, ilke olarak etkili olan bir hukuk yolunun, yargılamaların aşırı uzaması sonucunda 35 § 1 maddesi kapsamında uygulamada etkililiğini yitirebileceğinin farkındadır (bk., örneğin, Story ve Diğerleri/Malta, B.No: 56854/13 ve diğer 2’si, §§ 82-85,29 Ekim 2015). Bununla birlikte, Mahkeme, başvuranın davasındaki yargılamaların uzunluğunun bu hukuk yolunu, mevcut koşullarda, en azından şimdilik etkisiz hale getirdiğini düşünmemektedir ve başvuranın iddia edildiği gibi özgürlüğünden yoksun bırakılmasının, Anayasa Mahkemesine başvuru yaptıktan kısa bir süre sonra sona erdiğini kaydetmektedir. Mahkeme, bu bağlamda, 5 § 1 maddesi kapsamındaki şikâyet bakımından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun etkililiğini doğruladığı Mustafa Avcı (yukarıda anılan, §§ 79-80) davasındaki kararına da atıfta bulunmaktadır. Bununla birlikte, söz konusu davadaki yargılamalar, yaklaşık üç yıl iki ay boyunca Anayasa Mahkemesi önünde devam etmiştir.

56. Mahkeme, yukarıda açıklanan gerekçelerle, başvuranın, davasının kendine özgü koşullarında, tasarrufunda bulunan iç hukuk yollarının yetersiz ve/veya etkisiz olduğunu veya kendisini söz konusu hukuk yollarını izleme gerekliliğinden muaf tutan özel koşulların bulunduğunu ortaya koyamadığına karar vermiştir. Dolayısıyla, Mahkeme, başvuranın Sözleşme’nin 35. maddesinde düzenlenen iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin kurala uymuş olduğunun düşünülemeyeceğine karar vermiştir. Bu nedenle, başvuranın 2 ve 5. maddeler kapsamındaki şikâyetleri, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle, Sözleşme’nin 35 § 1 maddesi uyarınca reddedilmelidir."

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hükmü

22. Sözleşme'nin "Kayıttan düşürme" kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

"1. Yargılamanın her aşamasında, Mahkeme aşağıdaki koşulların oluştuğu kanısına varırsa bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:

a) başvuru sahibi davasını takip etme niyetinde değilse veya

b) ihtilaf çözümlenmişse, veya

c) Mahkeme’nin saptadığı herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmezse.

Ancak, bu Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygının gerekli kıldığı hallerde, Mahkeme başvuruyu incelemeye devam eder.

2. Mahkeme, koşulların bunu haklı kıldığı kanısına varırsa, bir başvurunun yeniden kayda alınmasını kararlaştırabilir."

B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

23. V.M. ve diğerleri/Belçika ([BD], B. No: 60125/11, 17/11/2016) kararında AİHM başvurucuların avukatının yalnızca bir vekâletname sunmakla yetinemeyeceğini, aynı zamanda başvurucu ile avukat arasındaki iletişimin yargılama boyunca sürdürülmesinin de önemli olduğunu, bu iletişimin hem başvurucunun özel durumu hakkında daha fazla bilgi edinmek hem de başvurucunun başvurusunun incelenmesine yönelik devam eden ilgisini teyit etmek için gerekli olduğunu vurgulamıştır. AİHM somut olayda başvurucuların avukatlarıyla iletişim kurmadığını, ikamet ettikleri yer hakkında avukata bilgi vermediklerini ve ona başka bir iletişim yolu sağlayamadıklarını belirtmiştir. Bu nedenle Sözleşme'nin 37. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, başvurucuların başvuruya olan ilgilerini yitirdikleri ve artık başvurularını sürdürmeyi amaçlamadıkları sonucuna varmıştır. Başvurucuların avukatları ile en sonDaire kararından önceki bir tarihte görüştüklerini ve bu Daire kararından ve davanın Büyük Daireye sevk edildiğinden haberdar olmadıklarını tespit etmiştir. AİHM bu koşullar altında avukatlarının başvurucuların özellikle Hükûmet tarafından hazırlanan yeni belgelerle ortaya konan olgusal sorunlarla ilgili talimatları olmadan mevcut başvuruyu anlamlı bir şekilde sürdüremeyeceği sonucuna varmış ve kayıttan düşme kararı vermiştir (V.M. ve diğerleri/Belçika, §§ 32-41).

24. AİHM'in Goryachev/Rusya (B. No: 34886/06, 9/4/2013) başvurusuna konu olayda şizofreni hastası olan başvurucu hastaneye yatırılmasına izin veren mahkeme emrine itiraz etmiştir. Bu karar bir üst mahkemenin incelemesi sonucunda bozulmuş, dava ilk derece mahkemesine geri gönderilmiştir. Yeniden yapılan duruşmada hastane temsilcisinin hazır bulunmaması, başvurucunun davanın esasının değerlendirilmesinde ısrar etmemesi ve herhangi bir itirazının bulunmaması nedeniyle zorla hastaneye yatırılma meselesini değerlendirme dışı bırakmıştır. AİHM’e göre başvurucu, davanın esasının değerlendirilmesinde ısrar etmeyerek yargılamanın sona erdirilmesine fiilen rıza göstermiş; şikâyetlerini iç hukuk düzeyinde takip etmemeyi özgür iradesiyle seçmiş, dolayısıyla hastaneye yatırılmasının incelenmesini ve davasında nihai bir iç hukuk kararının verilmesini engellemiştir. AİHM başvurucunun özensizliğini dikkate alarak başvurunun incelenmeye devam edilmesine gerek kalmadığı sonucuna varmış ve başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir (Goryachev/Rusya, §§ 20-43).

25. AİHM'in Oya Ataman/Türkiye (B. No: 47738/99, 22/5/2007) kararına konu olaydakızlık soyadının aile soyadı olarak taşınmasına izin verilmemesinden şikayetçi olan başvurucu başvuru yaptıktan sonra boşanmıştır. AİHM, başvurucuların başvurularıyla ilgili gelişmelerden AİHM'i haberdar etmelerini öngören içtüzük hükümlerine rağmen başvurucunun boşanmış olduğu bilgisini bildirmediğini, bu boşanma ışığında şikâyet edilen konunun artık güncel bir meseleyle ilgili olmadığını ve Sözleşme'nin 37. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca davanın incelenmesine devam etmenin haklı görülmeyeceğini belirtmiş ve başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir (Oya Ataman/Türkiye, §§ 21-27). Yüksel Erdoğan ve diğerleri/Türkiye (B. No: 57049/00, 15/2/2007) kararına konu olayda AİHM avukatların başvurucuların ikisi yönünden bir vekâletname sunmadıklarını tespit etmiş vevekâletname sunulmasını istemiştir. Ancak AİHM’in bu talebine bir cevap verilmemiştir. Bu durumu dikkate alan AİHM, bu iki başvurucu adına yapılan başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir (Yüksel Erdoğan ve diğerleri/Türkiye, §§ 64-66).AİHM'in Koroniotis/Almanya (B. No: 66046/01, 21/4/2005) kararına konu olayda ise başvurucu, ebeveyni tarafından temsil edilmiştir. AİHM başvurucunun bir kısım iddiasını kabul edilebilir bulmuş ve kabul edilebilirlik kararı hakkında bilgilendirmek amacıyla başvurucunun ebeveynine bir mektup göndermiştir. Ancak mektup muhatabın tespit edilememesi nedeniyle birkaç kez iade edilmiştir. AİHM, yeni bir adres sunmayan başvurucunun başvurusunu daha fazla takip etme niyetinde olmadığı sonucuna varmış ve başvuruyu kayıttan düşürmüştür (Koroniotis/Almanya, §§ 19-22).

26. Özcan ve diğerleri/Türkiye (B. No: 49504/17…, 20/5/2021) kararına konu olayda başvurucuların şikâyetlerine ilişkin Hükûmetin savunması başvuruculara iletilmiş olmasına rağmen başvuruculardan bir cevap gelmemiştir. Mahkeme tarafından gönderilen mektuplarda başvuruculara, görüşlerini sunmalarına izin verilen sürenin dolacağı tarih ve herhangi bir süre uzatımı talep etmedikleri bildirilmiştir. Ayrıca başvuruculara Sözleşme’nin 37. maddesi uyarınca yargılamanın herhangi bir aşamasında davanın kayıttan düşürülebileceği hatırlatılmıştır. Bu mektuplar başvuruculara tebliğ edilmesine rağmen başvurucular herhangi bir cevap vermemiştir. AİHM başvuruların incelenmesine devam edilmesinin gerekli olmadığı sonucuna varmış ve bu başvuruları kayıttan düşürmüştür (Benzer yönde kayıttan düşme kararı için bkz. Gültekin/Türkiye, B. No: 34161/19, 11/3/2021). Yakan/Türkiye (B. No: 43362/98, 19/9/2000) başvurusunda ise başvurucudan Hükûmetin görüşlerine cevap vermesi, kabul edilebilirlik sonrası gözlemlerini ve dostane çözüme ilişkin önerilerini sunması istenmiştir. Başvurucu AİHM'e cevap vermemiştir. AİHM, kendisiyle iletişim kurmayan başvurucunun başvurusunu sürdürme niyetinde olmadığını tespit etmiştir.AİHM ayrıca Türkiye aleyhine mevcut davada ele alınanlara benzer sorunların gündeme getirildiği ve önünde derdest olan bir dizi davanın varlığını gözönünde bulundurarak insan haklarına saygı ilkesinin başvurunun incelenmesine devam edilmesini gerekli kılmadığı sonucuna varmış ve başvuruyu kayıttan düşürmüştür.(Yakan/Türkiye, §§ 21-25).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 17/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucular ilk olarak sokağa çıkma yasağı kararının hukuka açıkça aykırı ve orantısız olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca evlerinin etrafında yürütülen operasyon ile kullanılan silah ve zırhlı araçlar nedeniyle aileleriyle birlikte vurularak öldürülme riski altında olduklarını iddia etmiş, -sosyal ve yazılı medyadaki bazı paylaşımlara atıf yaparak- Cizre'de meydana geldiğini iddia ettikleri sivil kişilerin ölümlerini dayanak göstermek suretiyle yaşam haklarının ihlal edildiğini de dile getirmiştir.

29. Başvurucular bunun yanı sıra sokağa çıkma yasağı nedeniyle tüm yaşam gereksinimlerinden yoksun bırakıldıklarını, kentte onlarca yaralının hastaneye götürülmediğini ve tedavi edilmediğini, şehirde su ve elektrik kesintilerinin süreklilik arz ettiğini, su ve elektrik kesintilerinin baş göstermesi sebebiyle toplum sağlığının ciddi şekilde risk altında olduğunu, şehirde hiçbir temel ve zorunlu kamusal hizmetin yerine getirilmediğini belirterek Anayasa'nın kötü muamele yasağına ilişkin 17. maddesinin, özel hayatın korunmasına ilişkin 20. maddesinin, konut dokunulmazlığına ilişkin 21. maddesinin ve haberleşme hürriyetine ilişkin 22. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde; öncelikle başvurucuların Anayasa Mahkemesine yaptıkları başvurunun değerlendirmesini etkileyecek nitelikte olan İdare Mahkemesi önündeki E.2015/3425 sayılı iptal davasının sonucunu Anayasa Mahkemesine bildirmedikleri, İdare Mahkemesinin 19/10/2016 tarihinde davaya ilişkin verdiği iptal talebinin reddine ilişkin kararın mevcut başvuru yönünden esaslı öneme sahip olduğu vurgulanmıştır.

31. Bakanlık ayrıca başvurucu Ömer Elçi'nin Anayasa Mahkemesine AİHM önünde yapmış olduğu geçici tedbir talebini de içeren başvuru hakkında da herhangi bir bilgilendirmede bulunmadığını ileri sürmüş ve anılan başvuruda AİHM tarafından verilen kararlara ilişkin bilgi vermiştir. Bakanlık, başvurucuların bizzat başvurunun yapılmasına gerekçe gösterilen, dolayısıyla da başvurunun değerlendirmesini esaslı biçimde etkileyecek nitelikteki hususlarda Anayasa Mahkemesini bilgilendirmediklerini belirterek başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği kanaatindedir.

32. Bakanlık son olarak AİHM kararında yer alan tespit ve değerlendirmelere atıfla somut olayda başvuru yollarının tüketilmemiş olduğunu, ayrıca başvurucuların hak ihlalleri iddialarını kendi durumlarına ilişkin herhangi bir somutlaştırma yapmaksızın, genel olarak sosyal ve yazılı medyadaki paylaşımlara atıf yaparak spekülatif, genel ve soyut bir şekilde ileri sürdüklerini, ileri sürdükleri ihlal iddialarına ilişkin somut delilleri ortaya koyamadıklarını belirterek başvurunun kabul edilemez bulunması gerektiği görüşündedir.

B. Değerlendirme

1. Genel İlkeler

33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir."

34. 6216 sayılı Kanun’un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Davadan feragat hâlinde, düşme kararı verilir."

35. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Düşme kararı" başlıklı 80. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bölümler ya da komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hallerde düşme kararı verilebilir:

b) Başvurucunun davasını takipsiz bıraktığının anlaşılması.

ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.

 (2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir."

36. İlk olarak belirtmek gerekir ki bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

37. Bunun yanı sıra başvurucular 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurularını Kanun'da ve İçtüzük'te belirtilen düzenlemelere uygun olarak yapmak zorundadır. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (6) ve İçtüzük'ün 66. maddesinin (3) numaralı fıkralarında, başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde bu eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline on beş günü geçmemek üzere bir süre verileceği ve geçerli bir mazeret olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği öngörülmüştür.

38. Öte yandan bireysel başvuru incelemesinde Anayasa Mahkemesi, kamu gücü eylem ve işlemleri ile mahkeme kararlarının Anayasa'ya uygunluğunun ve müdahale gerekçelerinin denetimini kendiliğinden yapmaz. Bu sebeple başvurucunun başvurusunun esasını ve bu kapsamda kamu makamları tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını Anayasa Mahkemesine inceletebilmesi için öncelikle kendisinin ihlal iddialarını gerekçelendirmesi, buna ilişkin olay ve olguları açıklaması ve delillerini sunması zorunludur. Anayasa Mahkemesinin başvurucunun yerine geçerek ihlal iddialarını gerekçelendirme, olay ve olguları ortaya koyma, delil toplama görev ve yükümlülüğü bulunmamaktadır. Söz konusu yükümlülükler başvurucuya aittir (Cemal Günsel [GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021, §§ 24, 25).

39. Bireysel başvurunun başvurucuların talep ve iradeleri çerçevesinde işleyen bir hak arama yolu olduğu da hatırda tutulmalıdır. Nitekim 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereği başvurudan feragat edilmesi hâlinde düşme kararı verilmesi gerektiği öngörülmüştür. Dolayısıyla iradi olarak bireysel başvuru mekanizmasını faaliyete geçiren başvurucunun iradi olarak başvuruyu sonlandırma hakkı da mevcuttur.

40. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyu inceleyebilmesi için başvurucuların bireysel başvurunun yapılmasında olduğu gibi bireysel başvuru incelemesinin sonraki aşamalarında da başvuruyu devam ettirme iradelerinin bulunması ve bu iradenin Anayasa Mahkemesi önünde gösterilmesi gerekir. Bu bakımdan başvurucuların bireysel başvurularını takip etmek için gerekli özeni göstermiş olmaları önem taşımaktadır.

41. Bu bağlamda İçtüzük'ün 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasında belirtilen yükümlülüğe açıkça aykırı olarak başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler, başvurunun yapılmasını takiben gelişen olay, idari veya yargısal karar hakkında Anayasa Mahkemesinin bilgilendirilmemesi başvurucuların kötü niyetinin bir göstergesi olabileceği gibi aynı zamanda bireysel başvuruyu takip etmeme iradesinin de bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

42. Yine başvuruculardan bireysel başvuruyla ilgili olarak gerekli görülen bilgi, belge ve delillerin istenmesi hâlinde bu talebin mazeretsiz olarak yerine getirilmemesi, cevapsız bırakılması da bireysel başvuruyu takip etmeme iradesinin bir yansıması olarak görülebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi Ahmet Özışık (B. No: 2013/2714, 6/10/2015) başvurusunda başvurucu vekilinin kendisine tanınan süre içinde bireysel başvuru harcını tamamlamamış olmasının başvurucunun davasını takipsiz bıraktığı anlamına gelmekte olduğunu belirtmiş ve düşme kararı vermiştir (Ahmet Özışık, § 28).

43. Diğer taraftan başvurucuların (veya temsilcilerinin) Anayasa Mahkemesi ile olan iletişimine de özen göstermesi gerekmektedir. Başvurucuların Anayasa Mahkemesiyle iletişiminde zorluklar çıkarması, başvuruculara ulaşılamaması (ulaşılabilir bir adresin veya iletişim kanalının bulunmamasına rağmen bu durumun Anayasa Mahkemesine bildirilmemesi, adres değişikliğinin bildirilmemesi gibi) başvurucularla yapılan yazışmaları sekteye uğratabilecektir. Bu durum Anayasa Mahkemesini başvurucuların başvurunun incelenmesine devam edilmesi konusunda bir ilgi kaybı olduğu düşüncesine sevk edebilir. Ayrıca başvurucuların bireysel başvuruda kendilerini temsil eden avukatla başvurunun değerlendirilmesi süreci boyunca irtibatını koruması da önem taşımaktadır. Başvurucuların avukatlarıyla irtibatlarını koparması, aralarındaki bilgi akışının kesilmesine ve avukata başvuru sürecinde ortaya çıkabilecek hukuki sorunlara ilişkin talimat verememeye sebep olacağından bu durum başvurunun anlamlı bir şekilde sürdürülememesine yol açabilecektir.

44. Başvurucuların özen yükümlülüğü yalnızca bireysel başvuru süreciyle sınırlı da değildir. Bu bağlamda başvurucuların bireysel başvuruda dile getirdikleri şikâyetlerini hukuk sisteminin öngördüğü olağan başvuru yollarında makul bir şekilde takip etmemeyi özgür iradesiyle seçmeleri ve şikâyetlerine ilişkin nihai bir iç hukuk kararının verilmesini engellemeleri durumunda bireysel başvurunun incelenmeye devam edilmesine gerek kalmayabilecektir. Nitekim bir başvuruda bireysel başvuru yapıldıktan sonra, bu başvuruya konu davadan feragat etmek için usulüne uygun olarak ilgili mahkemeye dilekçe verilmiş olması nedeniyle başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden bulunmadığı gerekçesiyle düşme kararı verilmiştir (Yeliz Kasım, B. No: 2013/6771, 15/12/2015, §§ 45, 46).

45. Öte yandan İçtüzük'ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan hâllerde başvurunun düşmesine karar verilebilirse de İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebilecektir. Ancak somut başvuruya benzer şikâyetlerin Anayasa Mahkemesince daha önce karara bağlanması ve bu kararlarda ilgili Anayasa hükümlerinin uygulanıp yorumlanması, temel hak ve özgürlüğün kapsam ve sınırlarının belirlenmiş olması hâlinde başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan bir durum kalmayacaktır (T.G., B. No: 2017/21163, 9/1/2019, § 22; İrfan Gerçek (2), B. No: 2018/21744, 27/1/2021, § 23; Ahmet Kaval, B. No: 2018/5066, 7/4/2021, § 26; Kemal Yüzbaşı, B. No: 2018/27081, 26/5/2021, § 36). Son olarak benzer konuda incelenecek başka başvuruların olması veya başvurunun düşme kararı verilmeyip de incelenmesi hâlinde ilk bakışta (prima facie) kabul edilebilirlik kriterleri yönünden sorun olması nedeniyle esasın incelenmesinin mümkün olmadığı durumlarda da başvurunun incelenmesine devam etmek gerekli olmayabilecektir.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Somut olayda eldeki başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından incelendiği süreçte başvurucuların gerek -bireysel başvuruda ileri sürdükleri iddialarını inceleyen- derece mahkemeleri önünde gerekse Anayasa Mahkemesi önünde sergiledikleri tutumun özen yükümlülükleriyle bağdaşıp bağdaşmadığını ve bununla bağlantılı olarak başvurularının incelenmesi konusundaki iradelerinin devam edip etmediğini belirlemek için aşağıda yer alan olguların dikkate alınması gerekmektedir:

i. Anayasa Mahkemesi 11/9/2015 tarihinde "Başvurucular, kendi can ve mal güvenliklerinin korunması için alınan sokağa çıkma yasağı kararından derhal müdahale edilmesini gerektirecek şekilde etkilendiklerine, alınan karara uygun hareket etmelerine rağmen kamu makamlarının eylemleri nedeniyle yaşamlarının risk altına girdiğine dair somut herhangi bir bilgi ve belge sunmamışlardır. Başvurucular, yaşama haklarının risk altında olduğunu ilçede meydana geldiğini iddia ettikleri sivil kişilerin ölümlerine dayandırmışlardır. Ancak bu hususta genel olarak sosyal ve yazılı medyadaki paylaşımlara atıf yapmakla yetinmişlerdir." şeklindeki gerekçeyle başvurucuların tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu kararda başvurucuların kendi durumlarını yeterince somutlaştırmadığına açıkça vurgu yapmasına rağmen başvurucular ihlal iddialarını daha sonra Anayasa Mahkemesine sundukları bir dilekçeyle somutlaştırmamıştır.

ii. Başvurucu Ömer Elçi 14/12/2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağından sonra benzer şikâyetlerle AİHM'e bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu başvuru hakkında AİHM tarafından verilen karar dikkate alındığında Ömer Elçi'nin Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruya oranla oldukça kapsamlı açıklamalar yaptığı görülmüştür (Elçi/Türkiye, B. No: 63129/15, 29/1/2019, §§ 33-37). Bu kapsamda başvurucu Ömer Elçi'nin iddialarını kanıtlamak için bahçede duran şarapnel kalıntılarını, duvarlarda ve pencerelerdeki bazı mermi deliklerini gösteren evinin ve bahçesinin fotoğraflarını, komşu evin durumunu gösteren fotoğrafları AİHM'e sunduğu anlaşılmaktadır (Elçi/Türkiye, § 13). Buna karşılık başvurucular Anayasa Mahkemesine yaptıkları başvuruda durumlarını hiçbir şekilde somutlaştırmamıştır. Hatta bu duruma AİHM kararında aşağıdaki şekilde işaret edilmiştir (Elçi/Türkiye, § 47):

"47. Mahkeme, başvuranın hayatına yönelik varsayılan riskler konusunda Anayasa Mahkemesi önündeki iddiaları inceledikten sonra, bu iddiaların oldukça genel nitelikte olduğundan başka bir şey söyleyemez. Başvuran, bu koşullar altında, Anayasa Mahkemesinin, özellikle başvuranın mahallesindeki operasyonların Aralık 2015 tarihli sokağa çıkma yasağından sonra iddia ettiği gibi yoğunlaşması ve hayatına yönelik riskler konusunda daha somut delillerin sunulması halinde aksi yönde karar verebileceği olasılığını göz ardı edemez (bk. yukarıda 13. paragraf). Mahkeme, bu bağlamda, başvuranın ve ailesinin maruz kaldığı risklere ilişkin olarak 13. paragrafta belirtilen ayrıntılı iddiaların, aslında hiçbir zaman Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulmadığını gözlemlemektedir."

iii. İdare Mahkemesi 9/10/2015 tarihinde başvurucuların yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucular anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmadıkları gibi kendilerine tebliğ edilen bu kararla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge de sunmamıştır.

iv. İdare Mahkemesi 19/10/2016 tarihinde başvurucuların açtığı davanın esastan reddine karar vermiştir. Başvurucular anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmamış, bunun yanı sıra -bireysel başvuruda ileri sürdükleri- şikâyetlerinin esasıyla ilgili değerlendirmeler içeren bu kararı Anayasa Mahkemesine bildirmemiştir.

v. Başvurucu Ömer Elçi, AİHM önünde yapmış olduğu geçici tedbir talebini de içeren başvuru hakkında da Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgilendirmede bulunmamıştır.

vi. Başvuru Anayasa Mahkemesince Bakanlığa bildirilmiş; Bakanlık da başvurunun kabul edilmemesi gerektiği yönünde görüşünü bildirmiştir. Bakanlık ayrıca yukarıda belirtilen hususlar hakkında başvurucuların Anayasa Mahkemesine bilgilendirmede bulunmadığına dikkat çekmiştir. Bu görüş yazısının başvuruculara tebliğ edilmiş olmasına ve buna karşı beyanda bulunabilmeleri için süre tanınmasına rağmen başvurucular bu görüşe karşı da herhangi bir cevap vermemiştir.

47. Tüm bu açıklamalar bir bütün olarak dikkate alındığında başvurucuların şikâyetlerine konu olay ve olgulara ilişkin yeterli açıklama içermeyen, dayanakları sunulmayan ve içeriği itibarıyla tedbir kararı almaya yönelik bir başvuru yaptıkları anlaşılmaktadır. Başvurucular başvuru tarihinden sonra -üstelik bireysel başvurularının yeterince somutlaştırılmadığına hem Anayasa Mahkemesinin tedbir kararında hem de AİHM'in Elçi/Türkiye kararında işaret edilmesine rağmen- bireysel başvurularını takip etme iradesi gösteren hiçbir davranışta bulunmamıştır.

48. Başvurucuların bireysel başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte gelişmeler hakkında Anayasa Mahkemesini bilgilendirmemeleri, bireysel başvuruyu takip etmeme iradesinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Ayrıca başvurucuların aleyhlerine kapsamlı açıklamalar içeren Bakanlık görüşüne dahi cevap vermedikleri görülmektedir. Nitekim AİHM de yukarıda yer verilen Özcan ve diğerleri/Türkiye ve Gültekin/Türkiye kararlarında Hükûmetin savunmalarına cevap vermeyen başvurucuların başvurularını devam ettirmek istemediği sonucuna varmış ve bu başvuruları kayıttan düşürmüştür (bkz. § 26).

49. Öte yandan yukarıda da değinildiği üzere başvurucular, İdare Mahkemesi önünde sokağa çıkma yasağının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla açtıkları iptal davasında verilen yürütmenin durdurulması talebinin reddi yönündeki karara karşı itiraz kanun yoluna başvurmamış, dahası davanın esası hakkında verilen ret kararına karşı da istinaf kanun yolunu tüketmemiştir. Buna göre başvurucuların derece mahkemelerinin ihlal iddiasını değerlendirmesini ve varsa ihlali gidermesini mümkün kılan bir karar verilmesini tercih etmediği ve böylelikle şikâyetlerine ilişkin nihai bir iç hukuk kararının verilmesini engelledikleri görülmektedir. Başvurucuların bu özensizliği dikkate alındığında bireysel başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir nedenin bulunmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. §24).

50. Son olarak başvurucuların bu tutumuna karşın -İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında- Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gereği olarak eldeki bireysel başvurunun incelenmesinin lüzumlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda eldeki bireysel başvuruda dile getirilen temel iddia, hendek olayları sırasında uygulanan sokağa çıkma yasaklarının başta kişi hürriyeti ve güvenliği olmak üzere temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisinin incelenmesine ilişkindir. Bu durumda söz konusu sokağa çıkma yasaklarının Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması bakımından bir ölçüde önemli olduğu düşünülebilirse de anılan uygulamayla ilgili olarak eldeki başvuruda dile getirilen iddiaların bireysel başvuruya konu edildiği birçok bireysel başvuru dosyası bulunmaktadır (AİHM'in benzer yöndeki değerlendirmesi için bkz. § 26). Ayrıca Bakanlık tarafından verilen bilgiler ile AİHM kararında ifade edilen olgular dikkate alındığında eldeki başvuruda ilk bakışta başvurunun esasının incelenmesini engelleyen kabul edilebilirlik sorunlarının bulunduğu görülmektedir. Başta başvuru yollarının tüketilmesi olmak üzere bu kabul edilemezlik sebeplerine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadının bulunması karşısında başvurunun kabul edilebilirlik yönünden incelenmesinin de içtihadın gelişimi bakımından bir önemi bulunmamaktadır.

51. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurunun takipsiz bırakıldığı ve incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan başka bir haklı nedenin de bulunmadığı anlaşılmıştır.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun takipsiz bırakılması ve incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebep görülmemesi nedeniyle DÜŞMESİNE,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,

17/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Öne Çıkanlar